Dilara Pınar ARIÇ - Osmanlı Zihniyetinin Oluşumu: Kuruluş Döneminde Telif ve Tercüme Kitabı Üzerine!
“Bir edebi geleneği tarihin dar bir zamanına sığdırmak veya kesin bir gün ve saat itibariyle başlatmak, sosyal bilimler alanının en yanıltıcı alışkanlıklarındandır.” sözüyle giriş bölümüne başlar. Tarihi değerlendirmeye değinir. Karahanlı hükümdarı Satuk Buğra Han zamanında 944-945 yılları arasında medeniyet süreci başlamıştır. 13. Yüzyılda Anadolu’da beylikler halinde yerleşen Türk aşiretleri Türkçeyi konuşma dili olarak muhafaza edip Oğuz Türkçesinin gelişmesini sağlamışlardır. Moğollardan kaçan Türklerin Anadolu’ya göç etmesi gayrimüslim halkın batıya kaymasına neden olmuştur. Türklerin Anadolu’ya yerleşmesinden sonra 50 yıllık dönemde yazılı bir Türkçe eser olmaması yazı dilinin ancak bu dönemden sonra oluştuğunu göstermektedir.
Orta Asya’dan Anadolu’ya bölümünde Türkler 12. Yüzyıl ile 15. Yüzyıl arasındaki siyasetin belirleyicileri olarak öne çıkmıştır. Moğolların Orta Asya ve İran’da İbn Sina okulunun temsilcilerini yok etmeleri İslam medeniyetinde İbn Sinacı düşünme tarzının belli bir dönem alabildiğine zayıflamasına neden olmuştur. Ahmedi Moğol yıkımıyla ilgili şu beyti söyler:
“N’ola gönlün Rumı yıhılsa Ahmedi
Çün yıhıldı Şam u Bağdat u Halep”
Anadolu Selçuklularının sağladığı huzur ortamı ticari hayatın canlılığı ve en önemlisi ilim ve sanat erbabına gösterdikleri ilgi, tabii olarak buraya sufilerin, sanatçı, alim ve elit zümrelerin gelmesine zemin hazırlamıştır, demektedir.
13-15. yüzyıllarda siyaset ve din ilişkilerinden yeni güç merkezlerine, ticaret hayatından, sosyal bunalımlara kadar, “çağın ruhu”nu temsil eden birçok hadise iki farklı dünyanın benzer sorunlarla karşılaştığını göstermektedir.
Avrupa’da 1347-1351 yılları arasında veba salgını iç göçlere sebep olunca ekonomik krizin tetikleyicisi olmuş, Anadolu’ya yönelen göçlerin ortaya çıkışı çok kültürlü bölgelerin oluşmasına sebep olmuştur.
Arapçadan Latinceye tercümelerin 13. Yüzyılda oluşturduğu yeni bilgi birikimi İbn Rüşt’ü Aristoteles’in en önemli yorumcusu olarak ortaya çıkarmıştır.
Johann Gutenberg matbaayı icat etmiştir. 1447’de eserlerin basılmasıyla okuyucu kitlesi kültür dalgası oluşmuştur.
13-14. yüzyılda Yunus Emre, Aşık Paşa, Kaygusuz Abdal gibi mutasavvıfların şiirlerindeki merkez insan fikriyle Hurufilik, Bektaşilik gibi, insanı merkeze alan akımların bu temayı Batı dünyasından bir asır önce işlemiş olması dikkat çekicidir.
Gezici dervişlerin, kıssahan ve sanatçıların toplumu yeni kültüre uyum sağlamada oynadıkları rol, anlatılanların zamanla yazıya aktarılmasını ve daha uzak coğrafyalara taşınmasını sağlamıştır.
Yusuf Has Hacib’in 1069-1070 yıllarında yazdığı Kutadgu Bilig siyasetname türünde Türkçe yazılan ilk telif eser olması bakımından büyük önem taşır. Kitapta, İster oğlum, ister yakınım veya hışmım olsun; ister yolcu, geçici, ister misafir olsun, kanun karşısında benim için bunların hepsi birdir; hüküm verirken hiçbiri beni farklı bulmaz.”
Orta Asya’da gelişen ve halktan tecrit olmayı öğütleyen zühd anlayışına karşı, “halk arasında Hak’la” düsturunu benimseyen Nakşibendliğe yakındır.
14. yüzyılda Ahmed-i Dai’nin Vasiyyet-i Nuşirevan adlı tercümesi şu beyitlere yer verir:
“Düz olsun cümle halka adl ü dadın
Nuşirevan gibi meşhur olsun adun.”
16. yüzyıl tezkirecilerinden Sehi’nin Kanuni Sultan Süleyman için söylediği:
“Adalet tahtının Nuşirevanı
Mürüvvet kanının şah-ı cihanı”
1074 yılında tamamlanan Divan-ı Lügat it-Türk Kaşgarlı Mahmut tarafından yazılmıştır. Eser Türkoloji alanında yapılan alan çalışması sayılmaktadır. Sadece bir sözlük ve folklor derlemesi değil, aynı zamanda ilk Türkçe etimoloji sözlüğüdür.
Karahanlı döneminde ilk önemli Türkçe ahlak kitabı Atabetül Hakayık bu geleneğin örneklerindendir. 13. Yüzyılda Yüknekli Edib Ahmed tarafından yazılmıştır. Şu mısralar geçmektedir:
“İslam garip idi tekrar garip oldu
İbadet riya ve abid mecaz oldu
Harabat muhiti mamur oldu
Mescid ise harap ve halk bi-namaz oldu”
1310’da Harezm Türkçesine tercüme edilen Kısasül Enbiya Türk edebiyatında ilk peygamberler tarihidir. “Harezm bölgesi bilhassa Arapça ve Farsça dini ve edebi eserlerin tercümesinde önemli bir kültürel aktarım temsil etmektedir.
Timur’un 1405’teki ölümünden sonra yerine geçen oğlu Şahruh vahdet-i vücut yerine vahdet-i şühut anlayışını benimseyen Nakşibendliğe yakın durması, bu tarikatın devlet desteğini alarak yayılmasını sağlamıştır.
13. yüzyılda üç destan Battalname, Saltıkname, Danişmedname Türk beyliklerinde doğan ilk eserlerdendir.
13-14. yüzyıldaki hoşgörü temalı şiirlerin böyle bir amaca hizmet etmediği tartışılabilir bir konu olmakla birlikte dönemin ruhunu yansıttıkları bir gerçektir. Hacı Bektaşi Veli, Mevlana, Yunus Emre’nin söylemleri bu yöndedir. Yunus Emre’nin:
Bir kez gönül yıkdınsa bu kıldığın namaz değil
Yitmiş iki millet dahı elin yüzin yumaz degül” örnek gösterilebilir.
Saltıkname ve Dede Korkut gibi eserlerde alp-gazi, veli gibi tiplerin değişikliğe uğradığı Mehmet Kaplan’a göre velilerin gazilerden daha önem kazanarak değerin taşıyıcısı ve yayıcısı oldukları gibi yöneticiler üzerinde baskı kurabilmesi söz konusudur. Gazi-veli tipi olağanüstü güçlerle donatılmış, hiçbir engel tanımayan ve kalabalık düşman ordusuyla tek başına savaşabilen bir kahramandır.
İkinci Bölüm: Kültür Ortamı’nda Büyük Selçuklu Devletini kuran Oğuz Türklerinin yazı ve kültür dili olarak Farsçayı tercih etmesi kaçınılmazdı. Türkçe konuşan, Arapça ibadet eden ve Farsça yazışan bir devletin konar göçer aşiretler aracılığıyla sürekli olarak Bizans coğrafyasına doğru yayılması zamanla uç bölgelerde Türk nüfusun ve Türkçenin baskın hale gelmesini sağlaması Türkçeleşme sürecini de hızlandırmıştır.
Mevlana öldüğünde henüz 1 yaşında olan Aşık Paşa, Garibnamesinde “akl-ı küll”ün ilk yaratılan varlık olduğunu belirtir.
“Akıl ağupdur bu dimağ minberine
Hutbe okır cümle halk üzerine” beyti örnektir.
1244 yılında Şems-i Tebrizi ile karşılaşan Mevlana, İbn Arabi etkisiyle cezbe ve vecde dayalı, insanı merkeze alan bir tasavvuf anlayışını benimsemiştir. Tasavvufi aşkın en büyük temsilcisi kabul edilen İbn Arabi aklı tamamen dışlamamıştır. Onun bilgi felsefesindeki mertebelerden ilki “akıl”dır.
Anadolu Beyliklerinin himayesinde yaşayan birçok sanatçının Türkçe eserler yazması, Anadolu’da Türkçenin yazı dili haline gelmesi sürecine önemli katkı sağlamıştır. Garibname, Mevlana’nın Farsça eserlerine karşılık Anadolu sahasındaki en hacimli Türkçe eser olması bakımından bilhassa tasavvuf öğretilerinin anlatımında tercüme döneminden telif aşamasına geçildiğini de temsil etmektedir.
Sadece Türk edebiyatında değil, dünya edebiyatlarında nitelikli eserlerin yazılması, teşvik ve himayeye bağlı olarak gerçekleşmiştir. Hem Batıda hem Doğuda hükümdarlara sunularak destek almaları sağlanmıştır.
15. yüzyılda Divan şairlerinin Arapça ve Farsça kelimelere daha yoğun bir biçimde beyandaki açıklık, kelime seçimi ve şiirin müzikalitesi gibi konularda daha bilinçlilerdir.
Aşık Paşa bir beytinde şöyle der:
“Türk diline kimesne bakmaz-idi
Türklere hergiz gönül akmaz-ıdı”
2. Murat’la başlayan “kültürü Türkçeleştirme faaliyetleri”nde çoğu Türkçeden başka dil bilmeyen beyliklerin başındaki hükümdarlardan farkı bilinçli bir dil politikası takip etmesidir.
Osmanlı Türkçesi üç dilin kelime, deyim, gramer ve cümle yapılarından meydana gelmiş şivenin adı olarak tanımlanmıştır. Osmanlıcayı müstakil bir dil olarak kabul etmek ne kadar yanlış ise onu yalnızca Türkçe olarak nitelemek o kadar eksiktir.
Agah Sırrı Levend tercümenin dört biçimde yapıldığını ifade eder:
- Aslını bozmamak için kelime kelime yapılan çeviriler
- Kelime kelime olmamakla birlikte aslına uygun yapılan çeviriler
- Konusu aktarılarak yapılan çeviriler
- Genişletilerek yapılan çeviriler
Üçüncü Bölüm: Bilginin Ana Kaynakları’nda 13-15. Yüzyılları arasında Türkçeye çok sayıda eser çevrilmiştir. Bunların başında Kur’an tercümeleri gelmektedir. Satır arası Kur’an tercümelerinin ilk örneğinin 1401 yılında kaleme alındığı belirtilmiştir. Kur’an’ın Farsça ve Türkçeye ilk tercümelerinde Taberi Tefsiri’nin tercih edilmesi söz konusudur. Kur’an’ın ilk Farsça tercümesi Samaniler döneminde gerçekleştirilmiştir.
13. yüzyıla kadar sözlü kültürde oluşturulan peygamber kıssaları bu tarihten itibaren yazıya aktarılmıştır. Anadolu’da ilk Yüz Hadis Tercümesinin Ahmed-i Dai’ye ait olduğu ileri sürülmüştür.
Kırk Hadis geleneğinin ilk örneği Molla Cami ve Nizami gibi sanatçılar tarafından temsil edilmiştir. Kırk Hadis türündeki ilk örneğin Hacı Bektaş Veli’ye ait olduğu bu konudaki bir yazma eserden hareketle iddia edilmiştir.
Dördüncü Bölüm: Anadolu Aleviliğinin Miladı kısmında, 13. Yüzyılda Hz. Ali sevgisi etrafında bir literatürün oluştuğu görülmektedir. Tursun Fakih’in dönemin resmi din politikasını temsil eden biri olduğu anlaşılmaktadır.
Beşinci Bölüm: Devletin Din Politikası kısmında İslam dünyasında camiler dışında ilk örgün eğitim kurumu olarak Fatımiler döneminde kurulan Dar’ül İlim söz konusudur. Anadolu’daki ilk medreseler ilim, kültür, sanat hayatına önemli katkılarda bulundukları gibi elit bir zümrenin yetişmesini sağlayarak devlet örgütünün kurumsal yapısının devamına da katkıda bulunmaktadır. Medreselerde akli ilimler öğretimi konusunda Tusi’yi kaynak olarak gösterilmektedir. Fatih dönemine gelinceye kadar akaid derslerinin şerhleriyle birlikte okutulduğu gözetilmektedir. İlk Osmanlı medreselerinde okutulan temek eserleri Seyyid Şerif Cürcani, Teftazani, İbn-i Hacip gibi alimlerin yazmış oldukları metinler, şerhler ve haşiyeler oluşturmuştur. Anadolu’da kurulan ilk medreselerde hakim olan akaidle ilgili kitaplar Nesefi, el-Hanefi, el-Ici gibi alimlerin eserlerinden oluşmaktadır. 13. yüzyıldan itibaren Yahşı Fakih, Tursun Fakih, Ahmet Fakih gibi birçok şahsiyetin dini hayatta önemli roller üstlendiği belirtilmektedir.
Altıncı Bölüm: Tarih Kurgusu kısmında Feridun Emecan şöyle der: “Anadolu’da yaşanan problemler, Osmanlılar’ın eski Oğuz geleneğini canlandırmalarına yol açmıştı. Özellikle Şahruh’un faaliyetleri, Karahanlıların beylikle üzerindeki veraset iddiaları,karşı propaganda, II. Murad devrinde Kayı boyuna bağlılığın ön plana çıkarılmasına buna ait sembollerin kullanılmasına amil olmuştu.” Tarih kitaplarının kaynak ve belgeye dayalı bilimsel metot ve resmi diline karşılık mitolojik anlatımlarla ilginç olaylara yer veren menkıbeler, masalsı özellikleri ve destan kahramanlarını anımsatan şahıs kadrosuyla toplumda büyük bir kabul görmüştür.” Muhammediye, Envarü’l Aşıkin, Dürr-i Meknun, Ahval-i Kıyamet, Müzekki’n-Nüfus, Mevlid eserlerinden bahsetmektedir. Şifahi kültürün en önemli anlatım türü olan hikayelerin etki alanı oldukça geniştir. Gezici dervişler, seyyahlar, halk ozanları ve yolcuların yaydığı bu tür hikayeler, farklı edebi muhitlerde her anlatım sırasında yeniden şekillenmiştir.
Yedinci Bölüm: Tasavvuftan Tarikata kısmında, tasavvuf hicri 2. asırda başlamıştır. İlk büyük zahidi Hasan Basri’dir. Orta Asya’da hızla gelişip yayılan bazı tasavvuf hareketlerinin genellikle Hanefi-Maturidi anlayışına uygun olarak vahdet-i vücut yerine vahdet-i şuhut inancını benimsemelerinde yönetimin tercihi önemli rol oynamıştır. Anadolu’da tasavvufu Türkçe anlatan en yaygın kaynak, Yunus Emre’nin şiirleri olmuştur. Yunus Emre, Anadolu Türk şiirinin ilk önemli temsilcilerinden biri olduğu gibi tasavvuf edebiyatının da ilk büyük ismi olarak öne çıkar. 1317 yılında tercüme edilen ve Anadolu’da ilk tasavvufi eserlerden olan Mantıku’t-Tayr mesnevisi Türkçe vahdet-i vücut anlayışını anlatan ilk alegorik eser özelliği taşır. Tasavvuf yolculuğunu, kuşların, Hüdhüd önderliğinde yaptıkları çetin ve serüven dolu bir yolculuk üzerinden tasvir esen bu eser; Simurg’a ulaşan kuşların onda kendilerini görmeleriyle çokluğun bire dönüşümünü sembolik olarak anlatır.
Türkçe ilk tasavvufi şiir örneklerini Ahmed Yesevi’nin Divan-ı Hikmet’indeki dini ve tasavvufi içerikli hikmetleri oluşturur. Hikmetleri vaaz ve nasihatten oluşan sembolik dilin hiç kullanılmadığı bir sadeliğe sahiptir.
Garibname’de aklı varlığın merkezine alan Aşık Paşa, Muhyiddin İbn Arabi vahdet-i vücutçuluğunun Mevleviler vasıtasıyla Anadolu’ya yayıldığı bir dönemde Horasan ekolünün Anadolu’daki temsilcisi olarak öne çıkar.
Şarap, aşk, pir-i mugan gibi kavramlarda olduğu gibi, saki kavramında biri dünyevi, diğeri dini tasavvufi olan iki farklı anlamın varlığı şiirdeki sembolik dilin ve mecaz sisteminin tabii sonucudur. Bunların ilk örneklerinden biri, Ahmed-i Da’i’nin Çengname adlı eseridir.
Selçukluların dağılması ve Moğol akınları sonucunda ortaya çıkan iç karışıklıkların farklı din, dil, ve etnik özelliklere sahip toplulukların daha güvenli bölgelere göç etmelerine sebep olduğu bilinmektedir. Vefailik, Sühreverdilik, Hurufilik, Bektaşilik, Ahilik, Mevlevilik, Halvetilik, Nakşibendilik, Bayramilik, Kadirilik’ten bahseder. Kuruluş döneminin dini ve tasavvufi hayatının esasını oluşturan Vefailik, Sühreverdilik, Hurufilik gibi tarikatlar sonraki yıllarda kaybolmuş, Ahilik, Bayramilik, Kadirilik ve Mevlevilik gibi tarikatlardan bir kısmı ise fazla gelişemeyip belli bölgelere münhasır kalmıştır. 16. Yüzyıldan itibaren varlığını sürdüren birçok tarikat arasında öne çıkan en güçlüleri farklı kollara ayrılarak gelişen Nakşibendilik ve Halvetilik olacaktır.
Sekizinci Bölüm: Anadolu’da Fars Kültürü kısmında Moğolların Abbasi halifeliğini ortadan kaldırmaları ve Bağdat’ın önemini kaybetmesi kültürel hafızayı yerle bir ettiği gibi yeni bir karma kültürün ortaya çıkmasına da yol açmıştır. Melez şiirin önemli bir yönü Arapça, Farsça ve Türkçeden oluşan edebiyat dilidir. Osmanlıca sadece kelimelerin değil, gramer kurallarının üç dilin imkanlarıyla oluşturulması şiirin oldukça zengin bir söyleyiş çeşitliliğine sahip olmasını sağlamıştır.
Klasik Fars şiirini hayal ve içerik olarak Türkçeye tercüme eden şairlerin başında Şeyhi gelir. Bazı kaynaklarda Türkçe ilk şiir örneğinin 13. Yüzyıl sonlarında Gelibolulu Muhyiddin tarafından tercüme edilen Tercüme-i MEnakıb-ı Şeyh Evhadüddin-i Kirmani adlı eserde geçen bir mülemma gazelin bir beytidir.
Halk muhayyilesinin yoksulluk çeken ve haksızlığa uğrayan birini sonunda mutluluğa erecek bir akıbete layık görme biçimi Anadolu topraklarında hiç eskimeyen bir adalet teması olarak yaşamaktadır. Özellikle 15. Yüzyılda Binbir Gece Masalları tarzında iç içe hikayelerden oluşan anlatımların yaygınlaşması Anadolu’da popüler kültürün yükselişini gösteren önemli bir olgudur. Hükümdarlık sanatını anlatan eserlerin klasik Hint ve Sasani devlet geleneğine ait olması ve bu eserlerdeki düşüncelerin İran coğrafyasında olan yönetim anlayışına dayanması kuruluş dönemindeki tavsiye ve öğütlerin içeriğini de belirlemiştir.
Dokuzuncu Bölüm: Bilim ve Merak kısmında 14. Yüzyılda bitki, meyve ve sebzelerin insan sağlığı açısından önemini içeren Tabiatname bu alanda yazılmış ilk Türkçe eserlerdendir. Anadolu’da tıp eserlerinin telif ve tercümesinde akla gelen ilk isim Sabuncuoğlu Şerefeddin’dir. Anadolu’da halkın ilgisini çeken eserlerden biri Acaibü’l Mahlukat adını taşıyan ve kozmoloji ile coğrafya konularını içeren eserdir.
Sonuç kısmında popüler kültür ürünlerinin dini eserlerden daha fazla ilgi görmesiyle sonuçlanan süreçte halkın ilgisini çeken ve din dışı konulardan oluşan anlatımlar yaygınlık kazanmıştır. Birçoğu aşk ve entrika konulu bu eserler, dini çevrelerin de kabulüne uygun muhtevada yeniden kaleme alınarak tasavvufi bir içerikle yorumlanarak topluma sunulmuştur. Böylece popüler kültürle dini/tasavvufi bilginin aynı metinde yer alması çok anlamlı bir edebi geleneğin oluşmasına imkan sağlamıştır.
Sonuç olarak, kuruluş dönemine ait eserlerin incelenmesi daha ayrıntılı bilgilere ulaşmamızı sağlayacaktır.