Dilara Pınar ARIÇ
Ekrem Demirli, Şair Sufiler kitabının önsözünde tasavvufu yapı-bozum süreci olarak tanımlamaktadır. İnşa edilen her şeyin bozulması ve terk edilmesi tasavvufun ana fikridir. Bununla beraber, tasavvuf bir hal ilmidir. Kitap, tasavvufi şiirin tahlil edilmesi, tasavvufi düşünce yapısının ortaya konması amacını taşıyor.
Yazar, Mevlana ve İbn-i Arabi Arasındaki Bazı Ortak Kavramlar kısmında, Mesnevi ile Füsusü’l Hikem ve Fütuhat-ı Mekkiye arasındaki bağlantı üzerinde durmaktadır. Yazısının başlangıç kısımlarında yer verdiği, “Acaba Mesnevi’yi manzum bir Füsusü’l Hikem veya Fütuhat-ı Mekkiye mi kabul edeceğiz?” sorusuna cevap aramaktadır. Yazısında şeb-i arus, cüz’i ve külli bilgi kavramlarından yola çıkarak Mesnevi ile Fütuhat-ı Mekkiye ve Füsusü’l Hikem arasındaki benzerliğe ulaşmaktadır.
Din Bilimi Olarak Tasavvufun Ana Meselesi: Şeriat-Hakikat İrtibatı veya ‘Hakikat Denizinde Şeriat Gemisiyle Seyir’ kısmında yazar, şeriat ve hakikat kavramlarının doğuşuna işaret etmektedir: “Şeriat veya kulların bilgisi kabuk, hakikat ise öz veya yağ olarak ifade edilmişken, bazen kapı-iç kapılar şeklinde benzetmeler yapılmıştır.” Aynı bölümde, Yunus Emre şiirlerinden yola çıkarak, şeriat ve hakikat bağlantısını açıklamaktadır. “Hakikat bir denizdir şeriattır gemisi, çoklar gemiden çıkıp denize girmediler.” Burada anlatılan husus, şeriatın bizi hakikate ulaştıran bir araç olduğu, denize dalmadan hakikate ulaşılamayacağıdır. Tasavvufun zaman içinde bir kural olarak ortaya çıkmasından söz ederek, şöyle bir yorum getirmektedir: “Tasavvuf veya sufileşmek bir şeyi yapmak değil, yapılan bir şeyden ulaşmak demektir.” Ferdiyet yani birlik ve ad değiştirmek kavramlarından söz ederek, “Yolculuk, adı öğrenme yolculuğu olarak düşünülebilir.” diyerek yazısına son vermektedir.
Yunus Emre Divanı’ndan Bir Şiir: Allah’a Yolculuğun İlkesi Olarak Aşk: Güçten Arınarak Kanatlanmak kısmınd Yunus Emre’nin “Sensüz yola girürisem çarem yok adım atmağa, Gövdemde kuvvetim sensin başım götütüp gitmeye” beytiyle başlayan şiirinden hareketle, maksadı Allah’a ulaşmak olan tasavvufun felsefe anlayışını ortaya koymaktadır.
Şiire ‘Nazar Etmek: Yunus Emre’de Vahdet-i Vücud Anlayışının İzleri yazısında vahdet-i vücut kavramının zorunlu bir netice olduğundan söz edilerek, mutlak varlık kavramının ortaya konması örnek gösterilmektedir. Mutlak varlık kavramında mutlak kelimesiyle olumsuzlama söz konusuyken varlık kelimesinde olumsuzlanan şeyin ispatı mevcuttur. Sufiliğin ilk dönemlerden itibare iki temel konu üzerinde durduğundan bahsetmekte, insanın kemalinin ‘olmazdan önceki hale dönmek’ olduğundan, bunu da ilk kez Cüneyd-i Bağdadi’nin dile getirdiğini belirmektedir. ‘Allah vardır, O’nunla birlikte başka bir şey yoktur.’ Hadisiyle bağlantıyı ortaya koymakta, alem yaratılmadan önce insanın ezeli bir bilgi olarak var olduğu görüşünü bildirmektedir. “Ezeli bu aşkı ben bu mülke sürüp geldim, Bir idim anda şeksiz uş yine bire geldim” beytiyle başlayan şiirinden yola çıkarak ezel fikrini anlatmaktadır. cem olmak ve ayan-ı sabite kavramlarını tanımlayarak değerlendirmektedir. “Bu cihana gelmeden maşuk ile bir idim, kul huvellah sıfatlu bir bî nişan nur idim” beytiyle Yunus Emre’nin ayn-ı sabite düşüncesini kabul ettiğini belirtmektedir.
Yunus Emre Divanı’ndan Bir Şiir Hak Bir Gönül Verdi Bana: Bedendeki Ruh Olarak Gönlü- Kalbi Tanımak yazısında yazar, ruh ve beden ilişkisi sorununu irdelemekte, ruh göçü inancının sufilerce kabul edilmediği, “ruh, bedensiz olmaz” görüşünün kabul edildiğini belirtmektedir. Ruhun yeri de kalptir. Kalp kelimesi, başkalaşmak, değişmek demektir. Tasavvuf bir haldir. Hareket-değişim alemin temel vasfıdır. Nefs ve kalp arasındaki farka işaret ederek hayvani nefsin terbiye edilmesi ve ruh ile beden arasındaki irtibatın tesis edilmesi tasavvufun maksadı olarak verilmiştir. Bu değişen halleri Yunus Emre’nin “Hak bir gönül verdi, ha demeden hayran oldu” mısralarıyla başlayan şiirinden yola çıkarak yorumlamaktadır. Hayret, kabz-bast, tecerrüt-tenzih, ünsiyet- vahşet, günah, iman, zühd kavramlarına değinmekte, sonuç olarak şatahat kavramından söz açmaktadır.
Himmet ile Buğday Arasında ‘Terk’ Kavramının Anlamı yazısında, asından anlaşıldığı üzere tasavvufta terk kavramından söz edilmektedir. Terk kavramı, Hristiyanlıktaki gibi hiç evlenmemek değil, himmet ile buğdayı bırakmamaktır yani bir yönüyle dünyayı tamamen bırakmamaktır.
Aşk Nedir: Allah’a İmanın Tefsiri Olarak Aşk yazısında yazar, aşk kavramı ve tanımından bahsetmektedir: “Aşk, bu uzaklık ve gurbetin yol açtığı ıstıraptan kurtulmak üzere vatana dönmek arzusundan ibarettir.” Sufilerin fena dedikleri şey Cüneyd-i Bağdadi’nin söylediği gibi tahkiki imana ulaşmaktır. Aşk-iştiyak merkez kavramdır. Aşkı en iyi açıklayan kavram, şeb-i arustur.
Niyazi-i Mısri’nin Tasavvuf Anlayışı Hakkında Bazı Değerlendirmeler yazısında Ekrem Demirli, yazısının adından anlaşıldığı üzere değerlendirmede bulunmakta, bizlere Niyazi-i Mısri hakkında bilgi sunmaktadır.
Burhan Ararsım Aslıma Aslım Bana Burhan İmiş Seyr ü Sülukun Dinamik Yapısı Hakkında Bir Değerlendirme yazısında sülukun dairesel olduğundan bahsedilmekte, Niyazi-i Mısri’nin İbnü’l Arabi, Konevi, Cüneyd-i Bağdadi ve Beyazid-i Bestami’den gelen mirası aldığına değinmektedir. Niyazi-i Mısri’nin “Derman arardım derdime derdim bana derman imiş.” Mısraıyla başlayan şiirinden yola çıkarak aranılan şeye ulaşmanın asli sorusu olan kendi varlığına bir asıl ve ilke aramak olduğunu belirtmekte, metafizik düşüncenin Tanrı’nın varlığının kanıtlanması sorunu dile getirmektedir. “Kendini bilen Rabb’ini bilir.” Hadisiyle açıklamaktadır. Yazıda sonuç olarak ulaştığı nokta, “Hak Mekke’de ve Kudüs’te ve her yerde ve her yerde olmayandır.” çıkarımıdır.
Hace Muhammed Lütfi’nin Divan’ında Miraç: Nüzul ve Yükseliş veya Mevlit ve Miraç yazısında miraç, tevhide ulaşmanın aracı olarak söz konusu edilmektedir. Doğum ise, Allah’tan geliş yani nüzul olarak kavramlaştırılmış, şöyle bir yoruma ulaşılmıştır: “Doğum bir başlangıç iken miraç asla dönüşü anlatan dairenin tamamlanma sürecidir.” Yani miracını tamamlayanlar, kemale erenlerdir. Alvarlı Efe’nin üzerinde durduğu diğer konu da Hz. Peygamber’in şefkatidir. Yazısının son kısmında, ümmet miracının namaz olduğunu belirterek, tasavvufta yöntemin ittiba-i resulden ibaret olduğu sonucuna ulaşmaktadır.
Bu sonuçtan yol çıkarak yazar, kitabının üçüncü ve son kısmını Peygamber ve Sahabe Rehberliği olarak adlandırmıştır. Asr-ı Saadeti ve Sahabe Neslini Anlamak: Tasavvufun Rehberi Olarak Sahabe Nesli yazısına 1İlmin gayesi insana belirli konuda asr-ı saadetin kanaatini öğrenmekten ibarettir.” diye başlamaktadır. Tasavvufun iddiası şudur: Sahabe neslinin yaşadığını yaşamak! Aynı yazıda seçilmişlik mevzuuyla alakalı olarak Serrac, peygamberlerin seçildiği gibi irşat edecek kişilerin de seçildiğini belirtir. Yani tasavvuf Allah’ın elindedir. Ayrıca, tasavvufun köken olarak suffeden yani yün elbiseden irtibatından dolayı fakirliğe ve soyutlanmyaa dikkat çekmetedir. “Maksat Allah, yol ise Hz. Muhammed’dir.”
El Emeğiyle Geçinmek ve İsar: Hakk’a Halk’tan Vuslat yazısında tasavvufun fakirlikle ve züht ile özdeşleştirilmesinden bahsederek, bunun aslında başkasına yük olmamak ve el emeğiyle geçinmek şeklinde anlaşıldığından söz etmekte, tasavvuf hakkında şöyle b,r yorumda bulunmaktadır: “Tasavvuf, Müslümanların gözünde ifrat ve tefrit arasında gidip gelen Hristiyan, Zerdüşt vb. herhangi bir dini gelenekten kaynaklanan ahitlik anlayışınn tashih edilmesiyle, Allah insan-dünya ilişkilerinin gerçekçi ve makul ölçülerle yeniden tanzim edilmesi ve yorumlanmasından başka bir şey değildir.” Melamet kavramına değinerek, halka hizmet ile Allah’a ulaşmak arasında bağlantı kurmaktadır. Hızır’ın ab-ı hayata ulaşmasıyla irtibatlandıran İbn-i Arabi’nin verdiği bilgileri sunmaktadır.
Rabıta-ı Mevt: Hayatı Ölüme Bağlamak yazısında yazar, ölümü düşünmenin tasavvufta kendini gösteren bir fikir olduğundan bahsetmekle beraber, ibnü’l vakt prensibinden söz açmaktadır: “Hayat ile ölümü ayıran şey sadece bir nefestir!” Bununla beraber, ölmezden önce ölmek kavramına değinmektedir.
Son yazı olan Müslümanlar Hz. Peygamber’in Mevlidini Niçin Kutlar? Adlı yazısında Necmeddin Kübra’nın aktarımıyla “Allah’a giden yollar nefisler sayısı kadardır.” sözünden ve Hz. Peygamber’in yolunun insanlığa giden bir yol olduğundan söz etmektedir. İnsanlığın en önemli özelliği, ahlaktır. Hz. Peygamberimiz, “ Ben güzel ahlakı tamamlamak için geldim” demektedir. “Allah’a bağlanmayan ahlak ‘iyi ve yeterli’ bir ahlak olmadığı gibi insan da ahlaksız sadece sureta insan olabilir.” Hayatın maksadı miraçtır. “Doğum miracın sebebi iken miraç mevlidin maksadını teşkil eder. Peygamberimizin mevlidi kutlanmaya değer bir mevlittir. Miraçla maksada ulaşanların doğum günü mana kazandığını belirttikten sonra şöyle kitabını sonlandırmaktadır: “Bekleyeceğiz ve göreceğiz, o mevlit kutlamaya değer mi, değmez mi?
Yedi iklim dergisinden alıntı yapılmıştır.