Bir Vanessa Redgrave Klasiği: Julia

Yazarlar 25.09.2017 - 19:56, Güncelleme: 19.06.2023 - 20:11 24632+ kez okundu.
 

Bir Vanessa Redgrave Klasiği: Julia

Bir Vanessa Redgrave Klasiği: Julia “JULIA” Bir kafede çay içerken, bir seyahat sırasında veya yalnız başınıza yürüyüş yaparken ya da dingin, güneşli bir günde sırtınızı duvara dayayıp gökyüzüne bakarken aklınızdan geçen bir takım sorular oluyor mu?
Bu sorular ve yanıtları çarpışmaya başlıyor mu kafanızda? Özgür müyüm? Ne kadar özgürüm? Yaşamak sadece soluk almak, yemek-içmekten mi ibaret? Birey mi toplum için önemli, yoksa toplum mu birey için? Kendinizle tartışıyor musunuz hiç bu tür konuları? Benim sık sık oluyor… Aklıma en çok takılan soru ise, hakkında birçok kitap ve makale yazılmış olan faşizm! Aslında ilk bakışta soyut bir kavram gibi geliyor insana. Ancak düşününce sıcaklık da ilk bakışta soyut bir kavram gibi ama sıcak bir demiri elinizle tuttuğunuzda ve eliniz o demire yapıştığında anlıyorsunuz sıcaklığın ne denli somut olduğunu… Tıpkı özgürlükleriniz elinizden alındığında/kısıtlandığında faşizmin de ne denli somut olduğunu anlayacağınız gibi… Tabi burada çoğu doğuştan faşizmle yönetilen Afrika ülkelerini değil, demokrasi ile yönetilirken faşizm çukuruna düşmüş Almanya, İtalya, İspanya, Portekiz, Şili gibi ülkeleri kastediyorum. Faşizm, tarihte hep değişik kıyafetlerle çıkmıştır insanların karşısına. Askeri faşizm, sivil faşizm, islami faşizm, vs. Ama hangisini ele alırsanız alın, hepsinin ortak özelliği; tümünün bir baskı rejimi olması, egemenliği milletin elinden alan bir diktatörün toplumu türlü dayatmalarla baskı altına alarak sorgulamayan bir toplum yaratmaya çalışması… Faşizm demek, baskı ile sindirilen bir toplum, o toplumda yaratılan korku ve faşist bir diktatörün iktidarda kalmak için akıttığı kan demektir… Ancak, gözden kaçırılmaması gereken tarihsel bir olgu var. Bir Vanessa Redgrave Klasiği: Julia Demokrasi havasını teneffüs etmiş ülkelerde; evrensel insan haklarına aykırı olan ve zorbalığa dayalı bir rejim olan faşizm, tıpkı güneş doğduğunda eriyen bir kardan adam misali daima yıkılıp gitmiş ve faşist yönetimlerin tümü emdiği kanlarla birlikte tarihe nefretle kazınmıştır… İşte bu düşünceleri kafamda çarpıştırırken, birkaç kez zevkle izlediğim 1977 yılı yapımı “Julia” filmi geldi aklıma. Konusu gerçek hayattan alınan filmin senaryosu ünlü yazar Lillian Helman’a ait. Bu filmde izlediğim kimi sahneler bilinç altıma öylesine işlemiş ki, günümüzde yaşadığımız “kızların pantolonla gezmesi günah, üniversiteye gitmesi günah vs.” gibi, cennete/cehenneme gitme kriterlerini kendisi belirleyen, evde otoritesini kaybetmekten korktuğu için din maskesi altında kadınları köleleştirmeye çalışan, erkek olarak doğmuş ama adam olamamış, demokrasiyi sadece oy kullanmak olarak algılayan örümcek kafalı yobazların dayatmaları çağrıştırdı bu filmi sanırım… Film 2. Dünya Savaşı yıllarında geçiyor. Filmi izlerken, bir yandan küçücük iki yürekte başlayan bir dostluğun zamanla nasıl tek bir yürek haline dönüştüğünü; öte yandan da faşist sistemin bireyler üzerinde kurduğu o acımasız baskıyı hissediyor, adeta yaşıyorsunuz… Uzatmayalım… Bu filmi aklıma getiren bir diğer neden 1960 sonrası yıllara damgasını vurmuş olan ve hemen her filmini zevkle izlediğim, büyük yönetmen Fred Zinneman. Üçüncü önemli neden ise, filmin başrol oyuncusu Jane Fonda olmasına rağmen bence başrolde olan ve bu filmdeki rolüyle en iyi yardımcı kadın oyuncu Oscar’ını alan (hayranı olduğum) İngiliz yıldız Vanessa Redgrave. İngiliz İşçi Partisi destekçisi olan ve “Özgür Filistin Beyannamesini” de imzalamış olan Vanessa Redgrave, sadece özgün bir sinema oyuncusu değil, aynı zamanda bir özgürlük savaşçısı olarak biliniyor… Film, iki kadın arasında ömür boyu süren dostluğu konu alıyor. 1930’ların başında, Lillian Hellman (Jane Fonda) sevgilisi Dashiell Hammett’ın da (Jason Robards) yardımı ile bir oyun yazarı olmuştur. Çocukluk arkadaşı ve varlıklı bir kadın olan Julia (Vanessa Redgrave) ise sahip olduklarını ardında bırakarak, idealleri uğruna Nazi rejimine karşı savaşmaktadır. Julia, bir arkadaşı aracılığıyla Lillian’dan, Nazi rejimine karşı mücadelede kullanmak üzere yüklüce bir parayı, Paris’ten Almanya’ya taşımasını ister. Lillian, hayati risk taşıyan bu görevi arkadaşı için kabul eder. Ta küçüklüğünde, o minicik yüreğinde yaktığı dostluk ateşi, onu faşizmin uçsuz bucaksız karanlığına doğru riskli ve heyecanlı bir yolculuktan alıkoyamayacaktır… Filmi ilginç kılan diğer bir özellik de Jane Fonda’nın filmdeki adının, senaryonun yazarı ile aynı olması (Lillian Helman) Film, 1978 yılında, en iyi yardımcı kadın oyuncu (Vanessa Redgrave); en iyi yardımcı erkek oyuncu (Jason Robards) ve en iyi uyarlama senaryo dallarında olmak üzere üç ayrı dalda Oscar ve aynı yıl iki dalda da Altın Küre ödülü kazanmıştır. Ömür boyu süren gerçek bir dostluk çerçevesinde, faşizmin insanlık dışı karanlık yüzünü de gözler önüne seren “Julia”yı ibretle izlemeniz dileğiyle… Dostluk yürekte başladıysa, ölümün sonsuzluğuna dek sürer… Tıpkı vatan aşkı gibi… Ertuğrul Filizay
Bir Vanessa Redgrave Klasiği: Julia “JULIA” Bir kafede çay içerken, bir seyahat sırasında veya yalnız başınıza yürüyüş yaparken ya da dingin, güneşli bir günde sırtınızı duvara dayayıp gökyüzüne bakarken aklınızdan geçen bir takım sorular oluyor mu?

Bu sorular ve yanıtları çarpışmaya başlıyor mu kafanızda? Özgür müyüm? Ne kadar özgürüm? Yaşamak sadece soluk almak, yemek-içmekten mi ibaret? Birey mi toplum için önemli, yoksa toplum mu birey için? Kendinizle tartışıyor musunuz hiç bu tür konuları? Benim sık sık oluyor… Aklıma en çok takılan soru ise, hakkında birçok kitap ve makale yazılmış olan faşizm! Aslında ilk bakışta soyut bir kavram gibi geliyor insana. Ancak düşününce sıcaklık da ilk bakışta soyut bir kavram gibi ama sıcak bir demiri elinizle tuttuğunuzda ve eliniz o demire yapıştığında anlıyorsunuz sıcaklığın ne denli somut olduğunu… Tıpkı özgürlükleriniz elinizden alındığında/kısıtlandığında faşizmin de ne denli somut olduğunu anlayacağınız gibi… Tabi burada çoğu doğuştan faşizmle yönetilen Afrika ülkelerini değil, demokrasi ile yönetilirken faşizm çukuruna düşmüş Almanya, İtalya, İspanya, Portekiz, Şili gibi ülkeleri kastediyorum. Faşizm, tarihte hep değişik kıyafetlerle çıkmıştır insanların karşısına. Askeri faşizm, sivil faşizm, islami faşizm, vs. Ama hangisini ele alırsanız alın, hepsinin ortak özelliği; tümünün bir baskı rejimi olması, egemenliği milletin elinden alan bir diktatörün toplumu türlü dayatmalarla baskı altına alarak sorgulamayan bir toplum yaratmaya çalışması… Faşizm demek, baskı ile sindirilen bir toplum, o toplumda yaratılan korku ve faşist bir diktatörün iktidarda kalmak için akıttığı kan demektir… Ancak, gözden kaçırılmaması gereken tarihsel bir olgu var.

Bir Vanessa Redgrave Klasiği: Julia

Demokrasi havasını teneffüs etmiş ülkelerde; evrensel insan haklarına aykırı olan ve zorbalığa dayalı bir rejim olan faşizm, tıpkı güneş doğduğunda eriyen bir kardan adam misali daima yıkılıp gitmiş ve faşist yönetimlerin tümü emdiği kanlarla birlikte tarihe nefretle kazınmıştır… İşte bu düşünceleri kafamda çarpıştırırken, birkaç kez zevkle izlediğim 1977 yılı yapımı “Julia” filmi geldi aklıma.

Konusu gerçek hayattan alınan filmin senaryosu ünlü yazar Lillian Helman’a ait.

Bu filmde izlediğim kimi sahneler bilinç altıma öylesine işlemiş ki, günümüzde yaşadığımız “kızların pantolonla gezmesi günah, üniversiteye gitmesi günah vs.” gibi, cennete/cehenneme gitme kriterlerini kendisi belirleyen, evde otoritesini kaybetmekten korktuğu için din maskesi altında kadınları köleleştirmeye çalışan, erkek olarak doğmuş ama adam olamamış, demokrasiyi sadece oy kullanmak olarak algılayan örümcek kafalı yobazların dayatmaları çağrıştırdı bu filmi sanırım… Film 2. Dünya Savaşı yıllarında geçiyor. Filmi izlerken, bir yandan küçücük iki yürekte başlayan bir dostluğun zamanla nasıl tek bir yürek haline dönüştüğünü; öte yandan da faşist sistemin bireyler üzerinde kurduğu o acımasız baskıyı hissediyor, adeta yaşıyorsunuz… Uzatmayalım… Bu filmi aklıma getiren bir diğer neden 1960 sonrası yıllara damgasını vurmuş olan ve hemen her filmini zevkle izlediğim, büyük yönetmen Fred Zinneman. Üçüncü önemli neden ise, filmin başrol oyuncusu Jane Fonda olmasına rağmen bence başrolde olan ve bu filmdeki rolüyle en iyi yardımcı kadın oyuncu Oscar’ını alan (hayranı olduğum) İngiliz yıldız Vanessa Redgrave. İngiliz İşçi Partisi destekçisi olan ve “Özgür Filistin Beyannamesini” de imzalamış olan Vanessa Redgrave, sadece özgün bir sinema oyuncusu değil, aynı zamanda bir özgürlük savaşçısı olarak biliniyor… Film, iki kadın arasında ömür boyu süren dostluğu konu alıyor. 1930’ların başında, Lillian Hellman (Jane Fonda) sevgilisi Dashiell Hammett’ın da (Jason Robards) yardımı ile bir oyun yazarı olmuştur. Çocukluk arkadaşı ve varlıklı bir kadın olan Julia (Vanessa Redgrave) ise sahip olduklarını ardında bırakarak, idealleri uğruna Nazi rejimine karşı savaşmaktadır. Julia, bir arkadaşı aracılığıyla Lillian’dan, Nazi rejimine karşı mücadelede kullanmak üzere yüklüce bir parayı, Paris’ten Almanya’ya taşımasını ister.

Lillian, hayati risk taşıyan bu görevi arkadaşı için kabul eder.

Ta küçüklüğünde, o minicik yüreğinde yaktığı dostluk ateşi, onu faşizmin uçsuz bucaksız karanlığına doğru riskli ve heyecanlı bir yolculuktan alıkoyamayacaktır… Filmi ilginç kılan diğer bir özellik de Jane Fonda’nın filmdeki adının, senaryonun yazarı ile aynı olması (Lillian Helman) Film, 1978 yılında, en iyi yardımcı kadın oyuncu (Vanessa Redgrave); en iyi yardımcı erkek oyuncu (Jason Robards) ve en iyi uyarlama senaryo dallarında olmak üzere üç ayrı dalda Oscar ve aynı yıl iki dalda da Altın Küre ödülü kazanmıştır. Ömür boyu süren gerçek bir dostluk çerçevesinde, faşizmin insanlık dışı karanlık yüzünü de gözler önüne seren “Julia”yı ibretle izlemeniz dileğiyle… Dostluk yürekte başladıysa, ölümün sonsuzluğuna dek sürer… Tıpkı vatan aşkı gibi…

Ertuğrul Filizay

Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve habergalerisi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.
startup ekosistemi, istanbul böcek ilaçlama, mide balonu, evden eve nakliyat, sunucu