Kaygısızlar Kaygısız Toplum
Üzerimizde bir ölü toprağı, bıkkınlık, her şeyi zamana bırakıp ama hiç bir şey yapmadan başkalarının bir şeyler yapmasını beklemek....
Yapılan bir işe omuz vermemek, çalışana yoldaş olmamak, yapılan işi sadece sorgulamak, fikir vermek yerine sadece eleştirmek, her şeyden şikayet edip, bir şeyleri düzeltmek için adım atmamak...
Ne yazmak ne de konuşmak yetmiyor artık. Zaten yazmaya da, konuşmaya da korkar olduk.
Yapabildiğimiz en kolay şey kaygı duymak.
Hepimiz kaygılıyız, ama sadece kendimiz için, çocuklarımız ve sevdiklerimiz için, yarınımız için....
İçinde bulunduğumuz bu ortamda boğazımıza kadar teslim alınmış durumdayız. ‘’Umutsuzluk bize yakışmaz’’ diyerek, ara sıra silkinip kendimize gelmezsek hepten ipleri koparacağız.
Ne mi yapıyoruz, sadece ağlanıyoruz, sadece endişeliyiz, sadece kaygı duyuyoruz.
Haberi yapan kaygılı, haberleri yapılanlar daha kaygılı, kaygı dağları aşmış yediden yetmişe kaygı duymaktan başka bir şey yapmıyoruz.
Üzülüyorum, endişeliyim, bir şeyler yapmak istiyorum, korkmuyorum, okuyorum, yazıyorum, paylaşıyorum.
Biliyorum ki bu ülkeyi kuranlar, korksaydı, kaygılarla yaşayıp, her şeyi zamana ve başkalarının bir şey yapmasına bıraksaydı bugün ben bunları yazamayacaktım.
Kaygılı bir şekilde haberleri izliyoruz, ne çok sorunumuz var...
Bakıyoruz, İlaçlara zaman haberi çıkınca, hastaların ilaç arayışı, eczacıların depoları, depoların ilaç firmalarını suçlaması haberlerine her yıl en az iki kere tanık oluyoruz.
Hasta yakınları, yaşadıkları zorlukları anlatıyor, hastalar duydukları kaygıyı, umutsuzluğu dile getiriyor.
İlaç satan firmalar, zam kaygısı taşıyor ilaçları saklıyorlar, GDO’lu ürün ithal edenler, yerel ürünlerin varlığından kaygı duyuyorlar, Taksiciler, uluslararası ulaşım firmalarının hizmet vermesinden kaygı duyuyorlar.
İlkokulda çocuğu olan anneler, çocuğunun sosyal etkinliklerini seçerken kaygılı, Lise öğrencilerinin ana babaları, çocuğunun hangi üniversiteye gideceğinden kaygılı.
Bu günlerde Çiftlik banka paralarını kaptıranların kaygısını anlatmaya ise kelimeler yetmez.
Üniversite sınavlarının başvuru dönemi liseli kaygılı, Üniversite öğrencisi, okulu bitirse bile iş bulamamaktan kaygılı, Siyasiler ‘’koltuğumu kaybederim’’ diye kaygılı.
Gazeteciler, yazarlar, köşelerini kaybetmekten kaygılı, Taşeronlar kadro alamamaktan kaygılı.
Ev kadınları akşam ne pişirsem diye kaygılı, Çalışan kadın bugün ne giysem diye kaygılı.
Doğu’da yaşayanın kara kışta hayvanlarına yem bulma kaygısı var, Seracılık yapanların, her yağmur yağdığında, fırtına sel kaygısı var.
Partilerin oy kaygısı, Ülkelerin, güç kaygısı, Emeklinin zam kaygısı, Köylünün ürettiğini satamama kaygısı.
Yaşlıların ölüm kaygısı, Çocukların büyüme kaygısı, İşi olanın tatil kaygısı, Her gün boş gezenin iş bulamama kaygısı.
Dünya yansa umurunda olmayıp, kahve köşelerinde oyun oynayanların taş kaygısı, Hafta sonu gelince, Pazartesi kaygısı, Cuma gelince, hafta sonu kaygısı.
Kirada oturanın ev sahibi kaygısı, Bekarların evlilik kaygısı, Evlilerin geçim kaygısı.
Bu kadar kaygıyla nasıl yaşıyoruz bir düşünelim.
Bir başka toplum olsa bu kadar kaygılı bir yaşama ne kadar dayanabilir.
Her yerde ayrı ayrı dile getirilen kaygılara, çözüm bulmak için bir araya gelemeyen kaygısızların ülkesi olduk...
Bu kadar çok kişisel kaygıların yanında ne yazık ki Ülkemizin, bağımsızlığı konusunda kaygı duymayı unutuyoruz.
Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK diyor ki;
“Çalışmadan, yorulmadan ve üretmeden, rahat yaşamak isteyen toplumlar; evvela haysiyetlerini, sonra hürriyetlerini daha sonra da istiklal ve istikballerini kaybetmeye mahkumdurlar.”
Ebru Oğuzhan Yeter